Çanakkale Savaşı’nın Önemi
Çanakkale Savaşı’nın Önemi
Winston Spencer-Churchill tarafından kaleme alınmıştır.
Referans Numarası: CAB37/135/9
6 Ekim 1915 tarihinde basıldı veya dağıtıldı.
Bu doküman İngiliz Kraliyeti’nin Hükümetine aittir. Kabine’nin kullanımı için Ekim 1915 tarihinde basılmıştır.
GİZLİDİR.
Çanakkale Boğazı’na düzenlenecek, sadece donanma birliklerinden oluşan saldırı kararının alınmasının ardından, 19, 24 ve 26 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilen Savaş Konseyleri’nde, ben tekrar tekrar ordunun Doğu Akdeniz’de toplanmasını ve iyi bir generalin Çanakkale Boğazı’na gönderilip durumu yerinde tespit etmesi için ısrar ettim. İngiltere’de müsait olduğu bilinen birlikleri özellikle belirttim, ismen bunlar 29. Tümen (bu birlik iki hafta önce Yunanistan’a teklif edilmişti) ve iki Gönüllüler Tümeni’ydi (Territorial Division). Az önce belirttiğim birliklerle beraber Avusturalya Kolordusu, Deniz Tümeni ve (önceden sözü verilen) bir Fransız Tümeni’yle 100,000 kişiden fazla oluşan bir ordu oluşturulurdu. Eğer o zamanlarda bu ayarlamalar yapılsaydı, zaten çok rahatlıkla yapılabilirdi, belirtilen tüm kuvvetler Mısır’da ya da bir başka müsait askeri alanda eğitilebilir ve sadece donanmadan oluşan saldırı denemesinden vazgeçildikten sonra Gelibolu Yarımadası’na hemen kara taaruzu yapılabilirdi.
Lakin yapılmadı ama 16 Mart tarihine kadar 29. Tümen’i içeren ilk gemi anakaradan ayrıldı ya da 13 Mart tarihine kadar Sir Ian Hamilton Çanakkale Boğazı’na gönderildi. Avusturalya Kolordusu, Deniz Tümeni ve Fransız Tümeni 20 Mart tarihinde, Gelibolu Yarımadası’na oldukça yakın olan bir yerde toplandırıldı. 29. Tümen’in belirtilen birliklerin üç hafta gerisinde olması ve mevcut birliklerin de harekat için 29. Tümen olmadığından dolayı yeterince güçlü olmaması, bunların üzerine mevcut birlikler ani bir düşman toprağına çıkartma emri gelse bile birliklerin gemide hazır bulunmaması gibi nedenlerden dolayı tüm tümenler 18 Mart tarihinde gerçekleştirilen donanma saldırısının ardından dağıtıldı, sonuncusu 16 Nisan tarihinde anakaraya ulaşan 29.Tümen’in de sonradan vardığı ve tekrardan gemiye bindirildikleri Mısır’a gönderildi
Bunların sonucu olarak, donanma saldırısının hemen ardından bir askeri saldırı yapılması yerine, 25 Nisan tarihine kadar herhangi bir saldırının ihtimali olmamasıydı. Hava durumu hakkında her türlü olasılık planlanırken, kararları almada en az bir ay kaybedildi ve bu sürede Gelibolu Yarımadası’ndaki tüm askeri mevkiler olağanüstü derecede güçlendirildi, hazırlandı ve savunma için organize edildi. Birlikler eğer bu işin en başında gönderilseydi belki de bu iş için yeterli olacaklardı lakin şu anda sayıca oldukça azlar.
Saldırı 25 Nisan tarihinde gerçekleştiğinde, Lancashire Tümeni Mısır’da bırakılmıştı. Eğer Lancashire Tümeni Gelibolu Yarımadası’na saldıran birliklerin içerisinde olsaydı, muhtemelen ilk birkaç gün içersinde, iki tarafta savaştan yorulduğu vakit, daha fazla alan ele geçirilebilirdi ve yorulmamış birliklerin varlığı mühim sonuçların nedeni olabilirdi. Lakin ayın 28’i olmadan şahsım ve ardından Birinci Deniz Lordu’nun taleplerinden dolayı bu tümen Çanakkale Boğazı’na gönderilmiş ve 8 Mayıs tarihinde gelmişlerdi. Fransızların bölgeye ikinci bir tümen göndermesi, vazgeçirtilmişti.
9 Mayıs tarihinde, General Hamilton ordunun ilerleyişininin tamamen kontrol edildiğini raporladı ve Fransa’dakine benzer olan siper harbi başlamıştı. Hükümet Kabinesi’nin talimatıyla, Ian Hamilton’a hedeflerine ulaşması için ne kadar kuvvet gerektiği soruldu. 17 Mayıs tarihinde cevap veren Hamilton, eğer Yunanistan ya da Bulgaristan yardıma gelirse iki zinde tumen, eğer iki ülke de yardıma gelmez tüm iş kendilerine kalırsa dört zinde tümen gerektiğini söyledi. Bu zamana kadar olan süreç içerisinde de Hükümet Kabinesi’nde değişiklikler gerçekleşiyordu. General’in talep ettiği takviyeler hakkında karar 8 Haziran tarihine kadar alınmadı. Lowland Tümeni aslında 17 Mayıs tarihinde gönderilmiş fakat ayın 30’unda bir başka tümeni almak ile görevlendirilmiş nakliye araçları dağılmıştı. Eğer General Hamilton’a 17 Mayıs tarihli telgrafında talep ettiği dört adet Tümen’in gönderilip gönderilmeme kararı kabul edilebilir bir hızda ulaşsaydı, üç hafta kurtarılabilirdi. Tabii ki, yaşanan ikinci postanın gecikmesinin açıklaması biz, politik değişiklilikleri ve zamanın şartlarından ötürü yaşanan stresi bilenler için barizdi. Lakin hükümet içerisindeki belirli kişiler dışında, Sir Ian Hamilton’un telgrafının 17 Mayıs tarihinde ulaştığı ve herhangi bir kararın 8 Haziran tarihine kadar alınmadığı konusu hakkında kayıtlara geçilebilecek veya halka duyurulabilecek açıklama yoktu. Kararın, 18 veya 19 Mayıs tarihinde gelmek yerine 8 Haziran’da geldiği konusunda hiçbir etraflı düşünülmüş askeri neden yoktu.
Karar 8 Haziran tarihinde alınıp 9 Haziran tarihinde hükümet kabinesi tarafından onaylanıncaya kadar daha fazla destek kuvvet konusunu ortaya çıkartmaya cesaret edemesemde desteğin gelmesi şarttı fakat 12 Haziran tarihinde Dışişleri Bakanlığı’na halen İngiltere üzerinde bulunan iki öncü gönüllü tümenin Doğu Akdeniz’e gönderilmesi için mektup gönderdim. Hükümet Kabinesi’nde ve Savaş Konseyleri’nde durdurak bilmeyen tartışmaların ardından konu 6 Temmuz’da karara bağlandı ve konu hakkında Sir Ian Hamilton bilgilendirildi.
Göreve hazır olan askerlerin gönderilmesinde uzun süren gecikme yaşanırken, düşman uyumuyordu ve durum günden güne aleyhimize işliyordu. Türkler, imparatorluklarının farklı yerlerinden ardı ardına, birer birer tümenler topluyor ve askere alınan kişi sayısını arttırıyordu. Fakat Türklerin tüm bu yaptıkları düşmanı sürekli taciz eden ve yoran ordumuzun güçlü hamleleri sayesinde etkisini yitiriyordu. Türkler bu andan itibaren, bir ay öncesinde mümkün olmayan ve kesin belirtemeyeceğimiz sayılarda askeri rezervleri toplayabilir.
Özetle, 25 Nisan’da gerçekleştirilen asıl saldırının neden Mart ayının sonunda o günkü birlikler ve o tarihi izleyen günlerde gönderilen ek birkaç tümenle ile yapılmadığı konusunda herhangi bir askeri neden yoktu. Böylesi bir durumda*,kesin bir zafer kazanılabilirdi.
*=Mart ayının sonunda yapılabilecek saldırı.
Buna ek olarak, yapılması yaklaşan saldırının neden Haziran ayının sonunda veya Temmuz ayının başında yapılmadığı konusunda herhangi bir askeri neden yoktu. Gecikmenin tek nedeni uzun süren tartışma süreci ve yorgunluğun dışında, yürütme organının bir türlü karar verememesi buna ek olarak fikir ayrılıklarının aşılması ve karar aşamasındaki belli birtakım kişinin ikna edilmesi gecikmelere ve taviz verilmesine sebep oldu. Gerekenlerin üçte ikisini genellikle gerekli olduğundan bir ay sonra gönderdik.
Şu anda, Gelibolu Yarımadası’nda çok kritik bir savaşın eşiğindeyiz. Eğer başarılı olursak, galibiyetin sonucu büyük ölçülerde yaşanacak, İstanbul’un düşüşü Birinci Dünya Savaşı’nı savaşın seyrine yön verecek ve geriye kalan tüm olayları gölgeye itecektir. Eğer bir karara varamaz ve bize yeterli olmayacak kadar mesafe kat edemezsek, en ağır ve ıstıraplı sorunlar ortaya çıkacaktır. Kaybedilen değerli zaman geriye alınamaz. Almanlar kuzeyden yaklaşıyor ve rüzgarlı havalar yaklaşmaktaydı. Romanya belki de Alman baskısı karşısında çuvallayacak ve mühimmatları Türkiye’ye verecekti. Sırbistan ise belki de vurulup parçalara ayrılacak ve Bulgaristan (şu anda neredeyse menzilimiz içinde) belki de arzularının sadece Almanlar sayesinde gerçekleşebileceğini fark edecekti. Şüphesiz, işin en başından beri bu muharabe sorununu çözecek kaynaklarımız olmasına karşın bu muharabe artık savaşın getirdiği büyük afetlerden biri olarak görülebilir. Fırsatlar artık elverişsizdi fakat bir konuda kesinlik olabilirdi, bu da artık bir afetin içerisindeyiz. İngiliz askerlerinin emeklerini, koalisyon kurulduğundan beri isabetli karar alan hükümetin birtakım doğru karar alması halinde durumu son derece az zor ve masrafsız hale getirebilecekken, bir problem uğruna yok ediyoruz.
Tüm bunlar yaşanırken, Balkanlar’daki diplomasimiz bahsettiğim duruma benzer belirsiz bir rotayı takip ediyordu fakat şimdiki durumda farklı olansa sayısı başta iki ardından da üç olan süper güç ülkelerin tereddütlerinin birbirlerinde karşılık bulmalarından etkilenmemiş olmamızdı. Türkiye savaş ilan etmeden önce, 18 Ağustos 1914 tarihinde kralında onayıyla M. Venizelos tüm Yunan ordu ve deniz kaynaklarını İtilaf Devletleri’nin kontrolüne bırakmayı önerdi. Kendisinin teklifi, Balkan Devletleri’nin ya herbirinin savaşa girmesi gerektiği ya da hepsinin savaştan uzak durması gerektiği nedeninden dolayı reddedildi. Kasım ve Ocak ayları içerisinde, olayların baskısı nedeninden dolayı görüşümüz değişti ardından Yunanistan’a savaşa tek olarak gelmesi için üstün gayretler harcadığımız ricamızı ve Sırbistan’a yardım etmesi talebimizi ilettik. Onlara karşı ricalarımızda 29. Tümen ve bir Fransız Tümen’inin desteğini sağlama bağlayacak kadar ileriye gittik. Görünen o ki yaptığımız teklif Yunan Genelkurmay Başkanlığı’na danışılmadan, yetersiz görüldüğü için M. Venizelos tarafından reddedildi. Şubat ayında, Çanakkale Boğazı’nın uç kısmında bulunan kalelere saldırımız başarılı olduğunda, M. Venizelos bizzat hemen yürürlüğe konulması için tekliflerde bulundu. Bu teklifi kabul ettik fakat Rusya ortaya birçok sorun sürdü ve şart koydu: Hiçbir durumda Yunan askerleri İstanbul’a İtilaf Devletleri askerleriyle beraber girmeyecekti ve ayrıca Rusya, Atina ve diğer yerlerde Yunanlıları savaşa müdahalesinden dolayı yıldırmaya çalıştı. Bu görüşün ne derecede akılsızca olduğunu Rusya’ya sunduğumuzda, Yunanistan içişlerinde durum öncesinden kötüye gitmişti ve M. Venizelos savaşa girmek için resmi talebini krala sunduğunda, makamını kaybetmiş ve henüz kazanmış değildi.
İtalya’nın savaşa girişi, Rusya’nın sonradan çözüme ulaştırılacak Adriyatik’te birkaç küçük bölgesel belirsizliğe itirazından dolayı bir ay gecikti. Rus orduları, şu anda Romanya’ya dayatılan anlaşmanın aynı şartlarına uyarak Karpatlara doğru ilerlediğinde, Romanya’nın savaşa girişi belki de güvence altına alınabilirdi. Romanya ve İtalya’nın savaşa erken tarihlerde girişi, Rus cephesindeki durumu kayda değer bir biçimde değiştirebilirdi.
Askeri ve diplomatik birçok fırsat Avrupa’nın güneydoğusunda kaybedilmişti. Tahammül solmadan ihtiyat namına riskler göze alınmıştı; elimizde tuttuğumuz ve öne sürdüğümüz ahlaki, askeri ve politik kartlar bu harp alanında iyi olsa da eğer kartları oynamayı seçersek, o büyük fırsat hala duruyor. Belki de bu sonuncusu olabilir. Zaman kısıtlı olmasına rağmen hala eski hataları tersine döndürmek için vaktimiz vardı.
1- İvedilikle, üçüncü bir orduyu Türkiye’ye göndermek için hazırlıkları yapmamız gerekmektedir. Tüm nakliye ayarlamaları bu amaç doğrultusunda yapılmalı. Hazırlıklar hemen başlatılmalı. Eğer savaş lehimize işlerse, askerleri göndermemize gerek kalmaz. Eğer bu birlikler Gelibolu Yarımadası’nda, Asya kıtası tarafında ya da Trakya’da kullanılıp kullanılmaması tamamıyla önümüzdeki savaşın sonucu görülmeden çözülemeyecek askeri bir soru. İstanbul’u ele geçirmemiz için en az 18 adet tümeni hazırda bulundurmamız gerekmektedir.
2- Bulgaristan’ı hemen yanımıza çekmemiz lazım. Bulgaristan güçlü bir devlet, ordusu hazır, iddia ettiği topraklar onların hakkıdır ve bizi yönlendirmesi gereken milliyetçilik ilkesiyle bağdaşmaktadır. Makedonya’daki Bulgar bölgelerine Sırplar tarafından yapılan baskın tamamen büyük bir hata. İkinci Balkan Savaşı’nın ardından Kavala’nın Yunanistan tarafından Bulgaristan’dan alınması o dönemde yapılan en kötü ve uygunsuz bir hamle olarak değerlendirildi. Şu anda öne sürülen Bulgar iddialarında akla yatkın olmayan ve onursuz hiçbir sorun yok. Bulgaristan’ın meşru iddialarının gerçekleşeceği garantisi kararı, Sırbistan ve Yunanistan’la yaşanılabilecek hoş olmayan bariz sorunlarla gelecektir. Sırbistan ve Yunanistan’ın çıkarları, beğenseler de beğenmeseler de Bulgaristan’ın iddialarına uyar hale getirmelidir. Saraybosna’da cinayetlerle sonuçlanan, Sırbistan’ın huzursuzluğu sadece yerel bir sorun değil ayrıca Avrupa’da hüküm süren büyük felaketin de önemli bir nedeni. Sırasıyla, Rusya, Fransa ve İngiltere savaşa sürüklendi ve sayısız kayıplar bu zamana kadar Sırbistan’ı ülke olarak imha edilmesinden kurtardı. Sırbistan’ın, Birinci Balkan Savaşı’ndan önce anlaşmayla kabul ettiği Bulgaristan’a verilmesi gereken Makedonya’nın, belli kısımlarında yaşayan çok sayıda Bulgarı boyundururluğu altında tutmak için kendisinin ve Müttefiklerin son derece önemli sermayesini tehlikeye atma hakkı yok. Fakat, neyin doğru olduğu sorusu dışında eğer Sırbistan bizden memnun olmazsa ne yapabilir? Sırbistan, Bosna ve Hersek bölgesini ele geçirme umutlarını yok etmediği sürece ayrı bir barış yapamaz, yapsa bile, Alman ilerleyişine karşın yorulmuş bir taraf değil de, tarafsız olarak daha etkili bir bariyer olur. Eğer İngiliz birlikleri, Sırp Makedonya’sında bulunan Bulgar bölgelerine ya da hiç olmazsa Vardar hattına kadar geçici tedbir olarak yerleştirilirse, Sırp ve Bulgar çeteler arasındaki çatışma riski şu ankinden daha az olacaktır. Şu anda, Sırbistan’ın yapabileceği en kötü şey ortak gâye adına kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yapmamak ve Arnavutluk’taki uygunsuz faaliyetlerini arttırmak.
Bunda tatmin edici olmayan bir çok şey var. Bulgar’ın savaşa girişinin avantajlarına zamanı geldiğinde karşı olmak dışında yapılabilecek bir şey yok. Bulgaristan’ın, Sırbistan’dan şimdi (a) ve savaşın sonunda (b) hangi bölgeleri alacağı hakkında kararımızı verdikten sonra, Müttefik devletler, Sırbistan’a en üst derece saygı ve davranış takınarak, onun kayıplarını mümkün olduğunca sorunsuz bir biçimde yaşanması için ellerinden geleni yapmalı.
Eğer Yunanistan, Bulgaristan’ın Kavala ve hinterlandını alması için Müttefikler tarafından verilen garantiyle bölgeye ilerlemesi için teşvik edildiğini öğrendiğinde ne yapacak? Ne kadar çok bu soru sorgulanırsa, bir o kadar görülecektir ki Yunanistan bu olayla yüzleştiğinde, onun için tek bir rota açık olacaktır. Yunanistan bir an önce Müttefiklere katılmalı ve tazminat için baskı yapmalı. Yunanistan, İttifak Devletleri’ne katılamaz. Yunanistan’ın payını Bulgarla paylaşmak demek, Türkiye ile de paylaşmak anlamına gelir. Bunun dışında, Yunanistan, Müttefiklerin deniz kuvvetlerinin insafında olmasıyla birlikte Bulgaristan’ın askeri gücünün tesiri altında. Tarafsız kalmanın sonucu: İstanbul’un alındığına gözleriyle şahit olması, tazminat olarak İzmir’i almanın tüm olasılıklarının yok olması ve galip Müttefiklerin rızasıyla, savaşın sonunda Kavala’nın Bulgaristan’a verilmesiyle, ondan da mahrum kalması olacaktır. Bir başka bağlamdan, Yunanistan için açık olan üçüncü bir rota da var.
Yunanistan, müttefiklere katılabilir ve bırakmak zorunda kalacağı yerlerden altı belki de sekiz kat daha önemli bölgesel tazminatlar alabilir. Bulgaristan’ın zaten bizim tarafımıza katıldığını varsayarsak, Yunanistan hiçbir şekilde riske girmeyecek. Bir başka açıdansa, Yunanistan gücünü boş yere harcamayacak. Tüm bu söylenenler aslında Yunanlıların aradığı savaş teklifiydi. Kavala ve hinterlandının garantisinin Müttefikler tarafından verilmesi ve Bulgaristan’ın da kabulünden oluşan durum M. Venizelos’un tekrar iktidara gelişine yardımda bulunabilir. Bu durum Venizelos’un destekçileri tarafından, şu an ki hükümetin Alman tarafına eğilmesinin kötü bir sonucu olarak lanse edilebilir.
M. Venizelos bu huzursuzluk veren sorunun, oldu bittiye gelmesinin ardından tekrar iktidara gelebilecektir. İlk olarak Bulgaristan’ı müttefik yapmadan, Yunanistan’ı müttefik yapmak imkansızdır ve mümkün olsa bile gereksiz olacaktır çünkü bu iki ülke basitçe birbirlerini dengede tutuyor. Ayrıca, Bulgaristan’ı müttefikimiz yaptıktan sonra Yunanistan’ı müttefikimiz yapmaktan daha kolay hiçbir şey olmayacaktır.
Bulgar tehdidinin ortadan kaldırılması, İzmir’in işgalinin ve ilhakının ihtimali, İstanbul’a girişte bir pay ve eğer gerekirse İngiltere’yle Selanik’i de içinde bulunduran farklı bölgelerin istifadesini garantileyen ayrı bir antlaşma. Tüm bu etmenler açıklanan durumlarda belirleyici olacaktır. Bulgaristan’ın savaşa katılması tabiki Romanya’yı ve Balkanlar’da bulunan Hıristiyan Devletlerin birliği, doğal düşmanları olan Türkiye’nin ve Avusturya’nın mahvolunmalarını da beraberinde getirecektir.
Bu üstün avantajı ele geçirmek için, her şeyi teklif ettikten sonra Bulgaristan’ın taraf değiştirmeyeceği riski göze alınmalıdır. Bu bağlamda, sıklıkla uyarıldığımız gibi Sırbistan ve Yunanistan’ı, herhangi bir telafi edici kazanım elde edemeden küstüreceğiz. Fakat tüm bunlara rağmen, biz yapılan tekliflerle onları gücendirdik; bir keresinde Bulgaristan tarafından kesin olarak reddedilen tekliflerle taaruzun önemli nedeni yok oldu ve eğer diğer şartlar dahil olmasaydı belli bir süreden sonra kendimizi yeniden Yunanistan’a ifade edebilirdik.
Fakat bu belirttiğim diğer şartlar, Bulgaristan’ı tarafımıza çekmediğimiz ya da Eylül ayının sonuna kadar Bulgaristan’ın yardımı olmadan İstanbul’a saldırmadığımız sürece kesinlikle Balkanlar’daki olayın içine dahil olacak ve yine bu diğer şartlar savaşın en kritik sorunu olabilir ve Birleşik Krallık’a mahsus yıkıcı bir hale gelebilir.
Bu şartları kavramak için tüm askeri duruma Almanların bakış açısından bakmak gerekmektedir. Batıdaki büyük Alman taaruzunun hızlı bir şekilde yeniden başlayacağına inanıyorum. Alarm raporlarına (alarmistreport) yanıt olarak, 25 Şubat tarihinde şahsım tarafından ve yeniden 1 ve 18 Haziran tarihlerinde Hükümet Kabinesi’ne yönlendirilen bildirimde de belirtildiği üzere Almanların doğudaki harp alanından önümüzdeki iki ay boyunca sayıları 500.000 ve 1.000.000 arasında değişen askeri batıdaki bir taaruz için göndermesinin hiçbir ihtimali yok, yapsalar bile bu bizim tarafımzdan büyük bir hoşgörüyle karşılanır. Geçtiğimiz birkaç hafta boyunca, büyük bir saldırının batıdaki harp alanında başlayacağını tekrar tekrar belirten raporlarımız oldu ve yine aynı yanlış argümanların etkili tesirle kullanıldığı geçmiş üç veya dört durumda da hiçbir şey olmadı. Almanlar alışıldığı üzere yanlış raporlar yayıyorlar ve bizde yine alışıldığı üzere onlar tarafından kandırılıyoruz. Şubat ayına kadar 29. Tümen’in denize açılması, Rusların bozgununu takiben batıda yeniden bir Alman saldırısı korkusundan dolayı üç hafta boyunca durdurldu. Şu anki durumda ise, Alman gazetelerinde yapılan duyurulara göre yabancı ateşeler batı cephesi bariz olarak tıkandığından dolayı ayrıldı. Şüphesiz, subayların ve ajanların önceden hesaplanmış akılsızlıkları aracılığıyla bize birçok kaynaktan gelen istihbarat bilgilerini çarpıtmak ve karıştırmak Almanların gücü dahilinde.
Bu durumlarda, en güvenilir kılavuz düşmanın gerçek çıkarlarını göz önünde bulundurmaktır. Belirgin olarak Almanların ilk çıkarı Rusya’ya karşı sahip olduğu avantajından ülkenin askeri durumu tamamen ve temel olarak değiştirilene kadar belli bir noktaya kadar tamamından yararlanmak. Almanların, Rusya’ya karşı ne kadar ileriye gideceğini kestiremiyoruz fakat Almanların, Rusya üzerindeki baskıyı azaltırken aynı zamanda birliklerini geriye toplaması ve önümüzdeki iki ay içerisinde batıda büyük bir saldırı başlatması imkansız ve hatta önümüzdeki üç ay içerisinde neredeyse tamamen imkansız. Muhtemeldir ki Almanya en az iki ay Rusya’ya karşı yapma niyeti içerisine girdiği eylemleri yapamayacaktır ve eğer şans Ruslar lehine dönerse, Almanlar Rus cephesinde uzun bir süre boyunca kapana kısılacaktır.
Lakin, 6 hafta veya 2 hafta sonrasında 20 veya 30 tümenin Rus cephesinden alındığını varsayarsak, Almanya için onları nereye göndermek akıl karı olacaktır? Almanlar belki de belirttiğim tümenleri Hollanda’nın beklenmedik bir anda Almanlara karşı taraf alması halinde Hollanda’ya gönderebilir. Almanlar belki de belirttiğim tümenleri zengin vilayetlerin fetih edilmesi ve bu vilayetleri elinde tutarak memnun edici bir barış antlaşması teminatı olması için İtalya’ya gönderebilir. Fakat Almanya için en cazibeli olan ve bizim için tüm bu saydıklarımdan daha tehlikeli olan ise Almanlar Sırbistan’a saldırabilir, Bulgaristan’ın aklını çelebilir, İstanbul’a giden rotayı oluşturabilir, Prusya modeliyle Osmanlı’yı savaşa hazırlayarak, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde tüm kontrolü eline alabilir ve Hindistan’a ve İran’a giden yollar kendisine açılabilir. Galibiyetin teşvikiyle Almanlar’ın fethlerinin duracağını ya da Doğu hakimiyetinin Napolyonik hayalleri, İngiliz koloni çıkarlarına karşı olarak, Alman askeri liderlerinin düşüncelerinde yer almadığını zannetmemeliyiz. Bu bölgelerde sonu olmayan ve zahmetsiz ganimetler fatihin kılıcını bekliyor ve nispeten ufak ordular, büyük bölgelerin ele geçirilmesini başarabilir. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken şey savaşın Almanların üzerine yaptığı tüm baskıya rağmen Bağdat Demiryolu inşaatı Alman materyalleriyle muhteşem bir hızda ilerlemektedir. Almanlara geri dönüşü olmayacak tek şey Fransa’da ki hatları yarmak adına yaptıkları neticesiz eforlar olacaktır. Burada, Almanlar savaşın başında karşılaştıklarına oranla sayıca daha fazla, daha iyi disipline edilmiş ve tam teçhizatlı askerlere karşılaşacak ve zaten Belçika’nın tamamı, Antwerp ve Fransa’nın en iyi bazı bölgelerini içeren fetih için tüm güçlerini harcadılar. Onlar kolaylıkla başka yerlerdeki toprakları ele geçirirken, eğer biz yeterince ahmaksak, onlar aldıkları yerleri korurken, tüm gücümüzü onları atmak için harcamak, onların bir oyunu değil mi?
Winston Spencer-Churchill.[1]
Bu çevirinin hazırlanması esnasında eşdeğiştirimlerin saptanmasına yardımcı olan Kemal Deniz KARABACAK’a teşekkürü borç bilirim.
[1] Nationalarchives.gov.uk, CAB 37/135/9 Çanakkale Savaşı’nın Önemi.